Skip to main content

Posts

Showing posts from 2018

1998

Bugün fırçamız, gelecek tuvalimiz ve geçmiş eserimiz. Fırça darbeleri bir bir geçerken resmin bütününü görmeye uğraşırız. Parçalardan bütüne gitmeyi değil de bütünden bütüne parçalanmayı seçeriz. Umutlarımızı tüketiriz, sevinçlerimizi tüketiriz, gözyaşlarımızı tüketiriz. Tüketmek için yaşayan, üretmekten aciz birer sanatçıyız hepimiz. Gözlerimizi ilk açtığımız andan son kez kapatacağımız ana kadar her şeyi kaydeder, geçmişimizi düşünürken sürekli tekrara düşeriz. Ne vahimdir ki kıymetini gitmeden anladığımız tek bir şey bile yokken kıymetli olan her şeyi tozlu sayfalar içinde çürümeye terk ederiz. Kederimizi görkemli çerçevelerde sunar, özlemimizi çerçeve izi duran duvarlara bakarak gideririz. Titrek ellerden düşen birkaç kelimeye bağlarız hayatımızı, sarsıldıkça garipseriz. Sağlam bir temele dayanmayan her şey toprağın altına gömülmeye mahkumken biz temellerimizi kumdan kaleler gibi dalgaların merhametine bırakırız engin deniz kenarlarında. Haliyle geçmiş yıkıldığında, hepimi

balkon

bu anlar kaybolur zamanla. geçmek, bitmek bilmeyen saatler ufacık bir anı bile etmez zihinde. yalnızca tanıdık bir hissiyat. eski evlerle dolu bir sokağa bakıyorum yine eski olan evin balkonundan. soğuk rüzgarlar esiyor çoğunlukla, bazen güneş gösteriyor yüzünü. biri gidince diğerini özlüyor ve geri istiyorum. burası benim düşüncelerimin balkonu. uyanalı iki saat oluyor henüz. uykusuz olmam gereken bir haldeyken uykunun düşüncesi aklımdan geçmiyor. her şey geliyor da aklıma, uyumak gelmiyor. çay salladım kendime musluk suyuyla. tadı güzel olsun diye değildi zaten. keyif almak için yapmamıştım. çayın varlığına ihtiyacım vardı sadece. yoksa çay seven biri değilim. çay içen insandan da kötülük gelir ayrıca. yere serili bir havlunun üstünde saatlerin geçmesini bekliyorum. bu da bir nevi benim nöbetim. unutulmasını istemiyorum bu anın. belki hatırlamak hayatımda çok şey değiştirmeyecek ama ben yine de bu hissin tanıdık olmasını değil, eski bir dost olmasını istiyorum. eski olmasını

bilir

Heyecandan korkar bir rutin sarıyor dört duvarımı. Kapılarım kolsuz, duvarlarım ruhsuz. Tuğlalar arasından bir ışık hüzmesi sızıyor gündelik hücreme. Nefeslerim azalırken ciğerlerim ağırlaşıyor. Köşelerimde karanlığı yaşıyorum ışığın umudundan korkarak. İçimi dolduracak her türlü duygu beni güçsüz kılacak. Tanınmayacak hale gelene dek değiştiriyorum kendimi. Yeri geliyor ayna gibi kullanıyorum zihnimi. Bana hatırlattığı tüm yansımalar tuzla buz oluyor gibi. Yere yakın bir salıncakta otururken sürtünüyor dizlerim mermer bloklarına. Beni göğe itecek gücü kendinde bulamıyor bedenim. Kayıp bir tebessümün zincirli bir tesellisi ile yer değiştiriyor yıpranmış her şeyin biraz daha eskisi. Sökülen duvar kağıtlarının altından sıvalarım dökülüyor. Ay bu gece biraz daha parlak, köşemden daha güzel görünüyor. Endişeli bakışlarım odanın bir ucuna değiyor, istediklerim bedenimi usulca terk ediyor. Biliyorum, bu beden yine aydınlığa çıkacak. O gün gelene dek umut ve heyecandan korkacak. Ay göğü

Kaldım

Hızlı dönüşlerden savruluşlarım Bir kendim varım, bir de bildiğim savaşlarım. Eskisinden güçsüz, masum yakarışlarım Bir yaz günü bulutlarda asıldım kaldım Değişmeyen ne varsa değiştirdim Bitirdim ısrarla bitmeyenleri Yanılsamalarla dolu bir gemiyi, ben batırdım Bir yaz günü göğe takıldım da kaldım Tenimde hissettiklerim kokulara karıştı Ellerim titredi ve sabitliğe sıkıştı Bedenim bu gidişata bir hayli alıştı Bir yaz günü maviliklerde oturdum da kaldım Denizin tuzunu aşığın sazına çaldım Dalgaların teri ayalarımdan aktı Rüzgarları deniz kabuklarından topladım Bir yaz günü sularda hiç dinmeden kaldım Güneş battı ben gölgemden oldum Gündüz bitince geceden soğudum Bir kaşık suyu ümidimde boğdum Bir yaz gecesi yıldızlara düştüm de kaldım STK