Bağıra bağıra gülmek içten ağlamaların dışavurumudur. Ne acıdır ki, gülmekten oluşmuyor göz kenarlarımızdaki çizgiler. Yahut alnımızdaki kırışıklıklar güneşe bakamamanın bir sonucu değil. Her ikisi de gecenin en yoğun saatlerinde sigara dumanından yanmasın diye gözlerimiz, ve duymasınlar ağladığımızı diye yer ediyor yüzümüzde.
Gözyaşı tutmak kişiliklerimizden çok kaslarımızı geliştirse, hepimiz en güçlü olmaktan yorulmak yerine en güçlü çehrelere sahip olurduk herhalde. Uzun soluklu bir kahkahanın bizi soluksuz bıraktığı bir günü görme isteği, kısa süreli mutlulukların bize nefes aldırmaktan başka bir halta yaramıyor olmasından kaynaklıdır belki de.
Kötü rüyalardan uyanmak bile insanı mutsuz ediyorsa asıl kabusu sabahın ilk ışıklarıyla başlıyordur onun. Hayalimizdekilerden yara almayacağımızı bilmek ve gerçeklerin açtığı yaraları görememek bizi uykuya bağımlı hale getiriyor olmalı.
Bazen yere yüzüstü gömülüp saatlerce öyle kalmak istiyoruz. Kendi avuç içlerimizi kendi tırnaklarımızla parçalıyoruz. Biz bütün duyguları anlayabiliyor, ama aralarından iyi olanlarını yaşayıp hissedemiyoruz.
Huzur dendiğinde o mutlak sessizliği hepimiz biliyoruzdur, yanımızda biri olsa da olmasa da sadece yüze vuran rüzgar ve onun uğuldamaya bile utanması geliyordur akla.
Gülümsemekten yanakların ağrıması, uzun süre 'farkında olmadan' gülümseyince gelebiliyor başımıza. Ama biz yalnızca kendimize acırken gülümseyebiliyoruz ve günden güne yüzümüzdeki her bir çizgiyi daha da belirginleştireceğiz, bunu hepimiz biliyoruz.
Bazen moral depolamak için kendi sırtımıza vurmak zorunda kalıyoruz. Kendi kendimizi tutup çekiyoruz uçurum kenarlarında. Yaşamayı seviyor ve acıyı en aza indirgememiz gerektiğini biliyoruz. Hepimiz herkesi birer moron gibi görüyor, ve hepimiz kendimizi moronların en yücesinde takılı buluyoruz.
Kendime bir sır, hepimiz yaşamak gerektiğini biliyoruz. Ama hiçbirimiz bunu nasıl yapacağımızı, ve ne için yapmamız gerektiğini bilmiyoruz.
STK
Gözyaşı tutmak kişiliklerimizden çok kaslarımızı geliştirse, hepimiz en güçlü olmaktan yorulmak yerine en güçlü çehrelere sahip olurduk herhalde. Uzun soluklu bir kahkahanın bizi soluksuz bıraktığı bir günü görme isteği, kısa süreli mutlulukların bize nefes aldırmaktan başka bir halta yaramıyor olmasından kaynaklıdır belki de.
Kötü rüyalardan uyanmak bile insanı mutsuz ediyorsa asıl kabusu sabahın ilk ışıklarıyla başlıyordur onun. Hayalimizdekilerden yara almayacağımızı bilmek ve gerçeklerin açtığı yaraları görememek bizi uykuya bağımlı hale getiriyor olmalı.
Bazen yere yüzüstü gömülüp saatlerce öyle kalmak istiyoruz. Kendi avuç içlerimizi kendi tırnaklarımızla parçalıyoruz. Biz bütün duyguları anlayabiliyor, ama aralarından iyi olanlarını yaşayıp hissedemiyoruz.
Huzur dendiğinde o mutlak sessizliği hepimiz biliyoruzdur, yanımızda biri olsa da olmasa da sadece yüze vuran rüzgar ve onun uğuldamaya bile utanması geliyordur akla.
Gülümsemekten yanakların ağrıması, uzun süre 'farkında olmadan' gülümseyince gelebiliyor başımıza. Ama biz yalnızca kendimize acırken gülümseyebiliyoruz ve günden güne yüzümüzdeki her bir çizgiyi daha da belirginleştireceğiz, bunu hepimiz biliyoruz.
Bazen moral depolamak için kendi sırtımıza vurmak zorunda kalıyoruz. Kendi kendimizi tutup çekiyoruz uçurum kenarlarında. Yaşamayı seviyor ve acıyı en aza indirgememiz gerektiğini biliyoruz. Hepimiz herkesi birer moron gibi görüyor, ve hepimiz kendimizi moronların en yücesinde takılı buluyoruz.
Kendime bir sır, hepimiz yaşamak gerektiğini biliyoruz. Ama hiçbirimiz bunu nasıl yapacağımızı, ve ne için yapmamız gerektiğini bilmiyoruz.
STK
Comments
Post a Comment