rutinlerim var bazı evvelden elimi sürmediğim değiştim ama geliştim cam misali çatlak can misali bitiğim kefenim tam olmuyor üstüme olsun seneye de giyerim nasıl olsa büyür ölüler büyür de sığmaz mezara toprak kokusu işte o zaman rutin gelir insana yeryüzüne taşmış bir ceset yürür durur taşlar arasında bir elimde bir boynuz diğerinde kumlar akar akar akar cildim güneşten korkar nefeslerim var bitmemiş ciğerim acıyla dolar dolar dolar dolar boğulur mu ölüler kırılır mı taşlar bu vakitten sonra beni senin gülüşün paklar şehrinin dışında bir hayat var olduğun yerde bir ölü acaba ölüler şiirlerini hangi mezar taşına yazar uzak dağdan bir zihin aklına gelir yumruğunu sıkar beni anar o zaman yazarım şiirimi kendi taşıma o zaman kazarım mezarı kendi başıma kefenim küçük gelir yırtarım döner bakarım kendi yaşıma 21 yaş süzülür yanaktan işte o zaman karışırım nefesi olanların arasına
Bugün fırçamız, gelecek tuvalimiz ve geçmiş eserimiz. Fırça darbeleri bir bir geçerken resmin bütününü görmeye uğraşırız. Parçalardan bütüne gitmeyi değil de bütünden bütüne parçalanmayı seçeriz. Umutlarımızı tüketiriz, sevinçlerimizi tüketiriz, gözyaşlarımızı tüketiriz. Tüketmek için yaşayan, üretmekten aciz birer sanatçıyız hepimiz. Gözlerimizi ilk açtığımız andan son kez kapatacağımız ana kadar her şeyi kaydeder, geçmişimizi düşünürken sürekli tekrara düşeriz. Ne vahimdir ki kıymetini gitmeden anladığımız tek bir şey bile yokken kıymetli olan her şeyi tozlu sayfalar içinde çürümeye terk ederiz. Kederimizi görkemli çerçevelerde sunar, özlemimizi çerçeve izi duran duvarlara bakarak gideririz. Titrek ellerden düşen birkaç kelimeye bağlarız hayatımızı, sarsıldıkça garipseriz. Sağlam bir temele dayanmayan her şey toprağın altına gömülmeye mahkumken biz temellerimizi kumdan kaleler gibi dalgaların merhametine bırakırız engin deniz kenarlarında. Haliyle geçmiş yıkıldığında, hepimi