İnsanlardan nefret edip yine insanlara adıyoruz hayatlarımızı. Ne kadar da gülünç durumdayız, nasıl gülemiyoruz o zaman?
Tebessümün karşılığını unutacak kadar üzülmeli miyiz peki? Zamanımız var mı surat asmaya? Günler bu denli hızlı geçerken geçmişte yaşamak ne kadar doğru? Yaşamayacak kadar ölmekse ne acı...
Şu sıralar kan vermek gibi hayat. Zamanımızı hep başkalarına harcıyoruz, peki nasıl oluyor da damarlarımızda dolaşanı bitirecek kadar kör olabiliyoruz?
Çıkar üzerine kurulu ilişkilerimiz tutar bizleri ayakta. Bir karşılık beklemeden yapılan iyilikler şöyle dursun, peki ya karşılık beklemeksizin kendimize yaptığımız kötülükler ne olacak?
Ellerimizin arasından kayıp giden kum tanelerini tutmak icin sıkıca kapamalı mıyız ellerimizi? Belki hepimiz düşünen kum saatleriyizdir. Biz incelirken ortamızdan, hayatımızın şu anından; gelecek kumları nasıl da hızlı akıyor geçmiş adını verdiğimiz fanusa.
Hepimiz mutlu olmalıydık ilkbaharda, yaprakların döküldüğü sonumuza nasıl gelebildik bir anda?
Sarmaladığımız bedenlerin yerinde doldurulamayacak boşluklar, bugünü dün edip yarını beklerken son yaprağımızda; ölürken gülmeli miydik mevsimlerin sonunda?
Belki de sevmemeliydik en başta. Hatamız buydu bizim, açan çiçeklerimizi kendimiz koklayamadığımız icin, görünmez oldu bizden arta kalanlar da toprakta.
Kayan yıldızları dilek tutmakta, bitmekte olan hayatlarımızı hayal kurmakta bildik başından beri. Yaşamayı rüyalara sattığımızdan beri, nefeslerimizi alamıyoruz geri.
Gökyüzü gibi içimiz. Karanlıkken barındırdıklarımızı, sabahken tek bir tanesinde topluyoruz. Bizi aydınlatıp ısıttığını sanıyoruz.
Varlığımız kayboluyor toprakta, biz mutluluğun verdiği hissi unutuyoruz. Akan taneler son bulduğunda, saati ne yazık ki tersine çeviremiyoruz.
STK
Tebessümün karşılığını unutacak kadar üzülmeli miyiz peki? Zamanımız var mı surat asmaya? Günler bu denli hızlı geçerken geçmişte yaşamak ne kadar doğru? Yaşamayacak kadar ölmekse ne acı...
Şu sıralar kan vermek gibi hayat. Zamanımızı hep başkalarına harcıyoruz, peki nasıl oluyor da damarlarımızda dolaşanı bitirecek kadar kör olabiliyoruz?
Çıkar üzerine kurulu ilişkilerimiz tutar bizleri ayakta. Bir karşılık beklemeden yapılan iyilikler şöyle dursun, peki ya karşılık beklemeksizin kendimize yaptığımız kötülükler ne olacak?
Ellerimizin arasından kayıp giden kum tanelerini tutmak icin sıkıca kapamalı mıyız ellerimizi? Belki hepimiz düşünen kum saatleriyizdir. Biz incelirken ortamızdan, hayatımızın şu anından; gelecek kumları nasıl da hızlı akıyor geçmiş adını verdiğimiz fanusa.
Hepimiz mutlu olmalıydık ilkbaharda, yaprakların döküldüğü sonumuza nasıl gelebildik bir anda?
Sarmaladığımız bedenlerin yerinde doldurulamayacak boşluklar, bugünü dün edip yarını beklerken son yaprağımızda; ölürken gülmeli miydik mevsimlerin sonunda?
Belki de sevmemeliydik en başta. Hatamız buydu bizim, açan çiçeklerimizi kendimiz koklayamadığımız icin, görünmez oldu bizden arta kalanlar da toprakta.
Kayan yıldızları dilek tutmakta, bitmekte olan hayatlarımızı hayal kurmakta bildik başından beri. Yaşamayı rüyalara sattığımızdan beri, nefeslerimizi alamıyoruz geri.
Gökyüzü gibi içimiz. Karanlıkken barındırdıklarımızı, sabahken tek bir tanesinde topluyoruz. Bizi aydınlatıp ısıttığını sanıyoruz.
Varlığımız kayboluyor toprakta, biz mutluluğun verdiği hissi unutuyoruz. Akan taneler son bulduğunda, saati ne yazık ki tersine çeviremiyoruz.
STK
Comments
Post a Comment