Çoklu hayatların tekil oyunlarında bir bayrak dalgalanır, el değmemiş ruhumun teni üzerinde. Bir ağırlık üzerimde, bir külfettir ki binmiş bedenime. Yönleri şaşıran pusulalarda aramak var rotayı; bilgisizliğin birikimi sürükler beni ayak basılmamış yolların derinliklerine. Yavaş. Daha yavaş. Eziliyor kemiklerin dört bir yanı, çıtırdamalar ve parlayan bir alev var. Tertipten yoksun ışımalar ve kayboluşun nihai özgürlüğü.
Eskimiş bir melodinin kırık dökük notalarında gezinen parmakları, hiç büyümemişçesine sorgulayan bilekler yönlendirir. Gölgelerden yansıyan ışıklar gözleri kör eder, ki görmeyelim yansımamızı aşağıya her bakışımızda. Gariplikler üst üste gelirken belirsizlikler yan yana dizilir halde. Birinden diğerine atlıyor, kendi bölgesini işaretliyor aidiyet duygusundan yoksun oluşum.
Varlıktan rahatsız bir varlığın elem vaziyeti tek bir kapıya yönlendiriyor tüm çıkışları. Duyguların izdihamında eziliyor aralarından bazıları. Ayağa kalkış zor olmayacak, hele kapıya yöneliş birkaç adımdan daha uzak değil. Ama sembolü korkutuyor gözleri, ve zihinlerde gezinen sorular kurcalıyor hareket etme isteğini. Bil ya da bilme, sakın bildiğini belli etme.
Anlamasınlar.
Comments
Post a Comment