Skip to main content

Daha Genç

Sabahın ilk ışıkları girmişti eve. Saat 5 sularıydı, adam başını yastığından kaldırdı. Önce saatine baktı, yıllardır olduğu gibi her gece özenle kurduğu saati yine çalmamıştı. Saat bozuk olduğundan da değil, adamın heyecanı onu saatten erken uyandırmıştı. Doğruldu ve oturdu yatağında. Başucundaki kitabına baktı, açık ve yüzüstü bir şekilde bırakmıştı yine. Onu uykuya götüren son sayfada kalmıştı, 52. sayfada.

Evin tozlu döşemelerine çıplak ayak basma korkusuyla terliklerini geçirdi ayaklarına, kalktı ve yürümeye başladı odasında. Yatağının karşısındaki aynaya bakmak için biraz eğildi, saçlarını düzeltti adam. 3 çekmeceden en üsttekini açıp tarağını eline aldı. Saçlarını düzeltişi yeterli gelmemişti gözüne. Saçlarını taramaya başlamıştı ki, saati de çalmaya başladı adamın. -ne kadar da gürültülü bir ses çıkarıyordu saati- Hızlı adımlarla komodine yaklaşıp kapattı alarmını. Aynaya bir kez daha eğildi, saçlarının düzeni yeterli gelmişti bu kez.

Kapısına yöneldi, ilk girdiği yer mutfak oldu. Ee, 35 yıllık alışkanlık bunu gerektirirdi zaten; çocukluğu boyunca ona tembihlendiği şekilde yüzünü yıkama alışkanlığına bir türlü sahip olamamıştı. Masadan gözüne en güzel gelen elmayı aldı, suya tutmak yerine pijamasıyla temizlemeyi tercih etmişti. Yeterince parlak ve temiz olduğunu düşündüğü elmasından büyük bir ısırık aldı. Sanırım bu çalar saatinden sonraki en yüksek sesti evdeki. Elinde elması, odasına yöneldi adam tekrar. Elmayı büyük bir ustalıkla ısırdı, ve üstünü değiştirene dek öyle durmayı da becerdi. Gömleği, pantolonu, yeleği tamamdı. Ceketini üstüne geçirmeden önce kravatını da bağladı dizinde, boynuna geçirdikten sonra aynaya bir kez daha baktı.

Adam hiç beğenmezdi görünüşünü, belki de bu yüzdendi giyimine bu denli dikkat etmesi. Her ne kadar alışık da olsa bu rutinine, heyecanını bir türlü atamıyordu içinden. Son bir kez elini saçlarına attı, tamamdı. Dışarı çıkması için tek engel ayakkabılarıydı artık. Kapıyı araladı, havadaki toz zerreciklerini görüp rahatsız olmasına rağmen aldırmadı, ceketini üstüne geçirdi. Fötr şapkası, takım elbisesi ve rugan ayakkabılarıyla hayatının bir gününe daha hazırdı adam.

Dışarıya baktığı an içi açılmıştı adeta. Merdivenleri hızlı adımlarla indi, kapısını çektiği evine dönüp son bir kez daha baktı ve yoluna koyuldu. Evden çok uzaklaşmamıştı ki, çantasını unuttuğunu farketti. Evine döndü, kapısını açtı ve çantayı eline aldığı gibi zamanını kaybetmeme umuduyla bu sefer daha hızlı çıktı evden. İşte gelmişti gününün en güzel anı.

İşe giden yolunda ne bir yorgunluk vardı, ne bir telaş; ne evin döşemeleri vardı, ne de toz zerrecikleri. Yüzündeki gülümsemeyle yoluna koyuldu adam. 56. yaş dönümünün üzerinden bir kaç gün geçmişti, ve kendini her sabah daha da genç hissediyordu.

Comments

Popular posts from this blog

Seçim

Acı damarlarımda geziniyor, pıhtılaşması tek kurtuluşum. Duracağı yok bu hissin, iliklerimde titremeler seziyorum. Ölümüm hayat sıvılarımı kaybımdan değil kazanımımdan olacak. İstemsizce doğruluyor bedenim, kaçmak için koşuyorum. Koştukça yoruluyor koştukça damarlarımdakine ihtiyaç duyuyorum. Acı; acı arttıkça damarlarım genişliyor. Sanırım bedenimi ele geçirecek. Kendi parçamın beni paramparça edebileceğini düşünemedim. Tecrübesizlikten olacak ki sezemedim. Her an yığılabilirim bir yere, kalkmayacak oluşum bana zaman kazandırabilir. Sanırım hayatımda ilk defa bir şeyden kaçınırken hareketsizlik benim için zamanı durdurabilir. Hislerim paylaşılmak için fazla acımasız, saklanmak içinse fazlasıyla acılı. Kollarımın hakimiyetini kaybediyorum, gözlerim kararıyor aniden. Birilerini, bir şeyleri bulmalıyım etrafımda. Yakınımı kolluyorum; tek bulduğum ele geçirilişim. Çaresizliğim davranışlarıma yansıyor olacak ki güç alıyor diğerleri. Duygular acıyla harmanlanınca, kaybediş bu kadar ke...

İntiharlar

Zihnim ince bileklerimde toplanıyor, gün ağardığı sürece Her gece yeni bir hesaplaşma, yeni bir yüzleşme Bir adım uzaklaşamadan kaçmak kendimden, yoruyor beni Bir adım yaklaşamadan sevmek seni, özlemek seni Bu cümbüşün sorumlusu benim, bu kargaşanın sebebi Tüm bu kelimeler, birinin dudaklarından döküleceklerin esiri Zaferin ardında gizlenen kaybetme korkusu Güvenin yok ettiği korkuların yanlış bilinen doğrusu Işıklar doğrudan bakıldığında o denli parlak değilmiş Denir ki seven gitmez, bekleyen beklemekten vazgeçmezmiş Bir anlık kararla atılan toprak kimseyi boğmaz Ömürlük hayaller gömülse de çürümezmiş Her gelene değişen insanda kararlılık aranmaz Her geleni değiştirense gerçekten sevmiş olmaz Kabullen, her çiçek senin istediğin gibi kokmaz Ama kimse de bir çiçeği kökü için koparmaz İnsan istediğini sevmez, sevdiğini ister Sahip olduğu her şeyi verir, onda olmayanı ister İnsan git diyende kalır, kal diyenden gider Bir aşığın defterinde ölümün her hali geçer Kim...

Kendime Sır

Bağıra bağıra gülmek içten ağlamaların dışavurumudur. Ne acıdır ki, gülmekten oluşmuyor göz kenarlarımızdaki çizgiler. Yahut alnımızdaki kırışıklıklar güneşe bakamamanın bir sonucu değil. Her ikisi de gecenin en yoğun saatlerinde sigara dumanından yanmasın diye gözlerimiz, ve duymasınlar ağladığımızı diye yer ediyor yüzümüzde. Gözyaşı tutmak kişiliklerimizden çok kaslarımızı geliştirse, hepimiz en güçlü olmaktan yorulmak yerine en güçlü çehrelere sahip olurduk herhalde. Uzun soluklu bir kahkahanın bizi soluksuz bıraktığı bir günü görme isteği, kısa süreli mutlulukların bize nefes aldırmaktan başka bir halta yaramıyor olmasından kaynaklıdır belki de. Kötü rüyalardan uyanmak bile insanı mutsuz ediyorsa asıl kabusu sabahın ilk ışıklarıyla başlıyordur onun. Hayalimizdekilerden yara almayacağımızı bilmek ve gerçeklerin açtığı yaraları görememek bizi uykuya bağımlı hale getiriyor olmalı. Bazen yere yüzüstü gömülüp saatlerce öyle kalmak istiyoruz. Kendi avuç içlerimizi kendi tırnaklarım...