Skip to main content

Posts

Showing posts from 2016

Anlamasınlar

Çoklu hayatların tekil oyunlarında bir bayrak dalgalanır, el değmemiş ruhumun teni üzerinde. Bir ağırlık üzerimde, bir külfettir ki binmiş bedenime. Yönleri şaşıran pusulalarda aramak var rotayı; bilgisizliğin birikimi sürükler beni ayak basılmamış yolların derinliklerine. Yavaş. Daha yavaş. Eziliyor kemiklerin dört bir yanı, çıtırdamalar ve parlayan bir alev var. Tertipten yoksun ışımalar ve kayboluşun nihai özgürlüğü. Eskimiş bir melodinin kırık dökük notalarında gezinen parmakları, hiç büyümemişçesine sorgulayan bilekler yönlendirir. Gölgelerden yansıyan ışıklar gözleri kör eder, ki görmeyelim yansımamızı aşağıya her bakışımızda. Gariplikler üst üste gelirken belirsizlikler yan yana dizilir halde. Birinden diğerine atlıyor, kendi bölgesini işaretliyor aidiyet duygusundan yoksun oluşum. Varlıktan rahatsız bir varlığın elem vaziyeti tek bir kapıya yönlendiriyor tüm çıkışları. Duyguların izdihamında eziliyor aralarından bazıları. Ayağa kalkış zor olmayacak, hele kapıya yöneliş

Seçim

Acı damarlarımda geziniyor, pıhtılaşması tek kurtuluşum. Duracağı yok bu hissin, iliklerimde titremeler seziyorum. Ölümüm hayat sıvılarımı kaybımdan değil kazanımımdan olacak. İstemsizce doğruluyor bedenim, kaçmak için koşuyorum. Koştukça yoruluyor koştukça damarlarımdakine ihtiyaç duyuyorum. Acı; acı arttıkça damarlarım genişliyor. Sanırım bedenimi ele geçirecek. Kendi parçamın beni paramparça edebileceğini düşünemedim. Tecrübesizlikten olacak ki sezemedim. Her an yığılabilirim bir yere, kalkmayacak oluşum bana zaman kazandırabilir. Sanırım hayatımda ilk defa bir şeyden kaçınırken hareketsizlik benim için zamanı durdurabilir. Hislerim paylaşılmak için fazla acımasız, saklanmak içinse fazlasıyla acılı. Kollarımın hakimiyetini kaybediyorum, gözlerim kararıyor aniden. Birilerini, bir şeyleri bulmalıyım etrafımda. Yakınımı kolluyorum; tek bulduğum ele geçirilişim. Çaresizliğim davranışlarıma yansıyor olacak ki güç alıyor diğerleri. Duygular acıyla harmanlanınca, kaybediş bu kadar ke

03.57

Felekti vuran bize Hayattı yerden kaldıran Doğrulmaya zaman tanımadan Yaşam çizgisinde düz yürüyemedik. 18 promil yaş 108 okka dert ile. Acılar ceplerimize eşit dağıtılmadı Ondandı dengemizi kaybetmemiz Biliyordu, o biliyordu Engel olmak fazla kolaydı, Adım atamayacağım kadar Yüksek bir basamak oldu. Tırmanmalar kovaladı bir diğerini Düşmeler sonlanacak Acılar dinmeyecek Sokak kedileri Kaçacaktı çağırmalarımızdan. Çöplüğün ortasında yeşeren bir şeyler Çimenliğin birinde izmarit Hayatımızda bir hata Ve hatalarımıza bedel bir haklılık Çığlığı. Bir üç saniye dinlenip Soluklanıp, sakinleşip Sonra yorulmadık mı hepimiz? Hayır mı? Üzülme, ölmeyiz. Biz, ilgisizliğin en belirgin Duygusuzluğun en yoğun Ve sorumluluğun en olgun Halinden geliyoruz. Ağrılarını Bir kenara bırak Emanet duygularının üstesinden gel Sana ait olan her şeyi Bir çırpıda affet Güneş doğuyor, İçimizi ısıtsın Bırak, hücrelerin aydınlansın. Er ya da geç noktalar koyacaksın Tükene

Kendime Sır

Bağıra bağıra gülmek içten ağlamaların dışavurumudur. Ne acıdır ki, gülmekten oluşmuyor göz kenarlarımızdaki çizgiler. Yahut alnımızdaki kırışıklıklar güneşe bakamamanın bir sonucu değil. Her ikisi de gecenin en yoğun saatlerinde sigara dumanından yanmasın diye gözlerimiz, ve duymasınlar ağladığımızı diye yer ediyor yüzümüzde. Gözyaşı tutmak kişiliklerimizden çok kaslarımızı geliştirse, hepimiz en güçlü olmaktan yorulmak yerine en güçlü çehrelere sahip olurduk herhalde. Uzun soluklu bir kahkahanın bizi soluksuz bıraktığı bir günü görme isteği, kısa süreli mutlulukların bize nefes aldırmaktan başka bir halta yaramıyor olmasından kaynaklıdır belki de. Kötü rüyalardan uyanmak bile insanı mutsuz ediyorsa asıl kabusu sabahın ilk ışıklarıyla başlıyordur onun. Hayalimizdekilerden yara almayacağımızı bilmek ve gerçeklerin açtığı yaraları görememek bizi uykuya bağımlı hale getiriyor olmalı. Bazen yere yüzüstü gömülüp saatlerce öyle kalmak istiyoruz. Kendi avuç içlerimizi kendi tırnaklarım

Hiçbiz

Bakışlarından, düşerdi damlalar ellerime; önce derim ıslanırdı, sonra hislerim. İlgimdendi yüzüne defalarca bakışım. Göz bebeklerinin yerinde durmayışını açıklayan birçok tahminime karşın, doğan güneşin yeryüzünü aydınlattığı ilk noktadan kaçışın, tüm aniliklere alıştım. Kirpiklerinin uçlarından sivrilen uzakların yakın geldiği renklerde, geceleri pek de uzun geçmiyor gibiydi, başımı göğsüne bastıran maviliklerde. Ve sen bakardın Ve ben görürdüm Ve o söylerdi Hep biz gülerdik. Sığ suların derinlerinde bir yangın hissederdi düşlerim, göklerden hava taşırdı körükleme gayesinde sellerim. Sular altında parçalanan ciğerlerim ve sular üstünde aldığım tüm nefeslerim. Parmak uçlarımda hissettiğim sıcaklığa sarılırdı vücumdaki tüm titremelerim. Bir yanışa verdiğim ömrü bilirim, bir de körüklemeye olan hevesim. Ve sen yaşardın Ve ben severdim Ve o bilirdi Hep biz ağlardık. Kayalıklardan kayan ayaklarıma mı bakıyor gözlerim? Yoksa dalgalar mı kandırdı bizi, ya da ellerinden tuta