Skip to main content

Posts

Showing posts from 2014

Sigara

Hayatın tek bir sigaradan ibaret. Doğduğunda yanarsın, seni her içine çekeni bırakmaz sanırsın. Üflerler gökyüzüne, bitmeyeceğinden eminsindir, gurur duyarsın. Onlar seni içine çektikçe kendini ciğerlerinden parça sanarsın. Sen farketmezsin ama onlar seni tüketirken zevk alırlar, sense yanlarında olmayı önemli sanarsın. Her çekişte daha da azalırsın, anlamını yitirmeye başlarsın. Seni asla bırakmayacaklarını düşünürken son nefeslere geldiğini anlamazsın. Derken yere düşmeye başlarsın, düşmenin acısından değil de, ayrılmanın acısından korkarsın. Önceleri kendini yakın hissettiğin kişinin ayakları altında ezilir, her şeyin bittiğini anlarsın. Hiçbir şey yokmuş gibi gülümsersin, onda bir şeyler bırakma umuduyla sönersin. O senden arta kalanı kısa sürede unuturken, sen küllerin dağılana kadar beklersin. Yüzünde aynı gülümseme, içinde her şeyin tükenmiş olduğunu bilmene rağmen, onun seni hatırlama ihtimalini seversin. Ve gökyüzünde dumanın dolaşırken son bir şey geçer aklından, ya tek

Bakarsın

Öylesine biri gözlerine, sen gözünün içine; Hoşuna giden kişi saçlarına, sen saçının her teline, Bakmak için bakan biri dudaklarına, sense dudağındaki çizgilere bakarsın. Diğeri alıp götürür sevdiğini, Sen gidişine bakarsın... STK

Savaş

Savaş görmüştü çocuk, kan görmüştü. Ufacık yaşında, ailesinin belki de asla görmesini istemeyeceği şeylere tanıklık etmişti. Etrafındaki binlerce şeytanı gördükçe büyüdü çocuk. Savaş denilen şey sayfaları doldurur, okuyanı ağlatır, yaşayanı öldürürdü. Soğuk bir kış sabahına savaşla uyanmaktan daha kötüsü de vardı; o sabaha hiç uyanamamak. Elçiler vardı etrafta, bir söze bin can alabilecek elçiler. Yazanlar vardı; duyduğunu anlamaya bile çalışmadan kendini yalnızca yazmaya verenler. Bombalar vardı her yerde. Uçaklar, silahlar. Havada uçuşan canlar vardı. Verilen milyonlarca son nefesin yanında, hala umutla nefes almaya çalışan çocuklar. Ocaklara girmeyi bekleyenler vardı bir de. Yaşayanlar, ölenler... Ölümü görmüştü çocuk, ve can çekişmeyi. Acının en büyüğünü ve gururun en anlamsızını. Büyüdüğünü görememişti çocuk. Savaş sürdüğü sıralarda kurşunlardan aldı nasibini. Hiç şüphesiz yahudi olarak doğmak da vardı işin içinde, alman olduğu için şanslıydı. Ölüme yürümenin ne olduğunu, yaş

Yasemin Çiçek'e

Herkes öğrencilik dönemini yaşamıştır şu hayatta, ve herkes elbet bir dersten nefret etmiştir. Bu bir ders ilkokulda kolay gelir çocuğa ve genellikle de matematiktir. Sayılar toplanır çarpılır ve işin en kolay kısımları çocuk tarafından kolayca yapılır. Derken liseye geçilir, hani şu herkesin bahsettiği su gibi geçen yıllar... İlk gününün bile yıllarca anlatılacağı ancak yaşarken anlaşılamayacağı altın değerinde yıllar. Matematik demiştik, ilk yazılılara kadar çok güzeldir lise. Herkes aynı puanlarla gelmiştir ve birbirlerine alışırlar. Bahsedilen ilk yazılılardan matematik gelir geçer, öğrenci ilkokul toplama işlemlerinde kullandıkları sayılardan birini görür not kağıdında, en üstte. Yıkılır, suç atacak birilerini arar. Öğretmenine atmak istese sınıfta daha iyi alanları düşünür, kendisine atamaz çünkü çok güvenir zekasına. Derse atar suçu ve matematikten nefret eder. Bu kendine çok güvenen öğrenci nedense matematiği hiç beceremez. Ben bu öğrencilerden Taha Kubat, bugün bulun

Gitti

Gitti, giderken içimdeki sevinci de aldı beraberinde. Son kez sarılamadan, kokusunu ciğerlerim tadamadan gitti. Her gelişin bir de dönüşü varmış meğer, ben bunu onun boşluğunu tadınca öğrendim. İçim yandı günlerce, belki çıkıp gelir diye bekledim. Ne yazık ki gittiği gibi gelmesini bilmedi. Bilmezdim yarım bırakmaya, canımı böyle yakmaya meraklı olduğunu. Hep kalır sandım ben, geceler boyu sırıtmayı özledim sensizken. Sessiz sessiz ağlamaktansa, gülüşümü gizlemeyi yeğlerdim. Yol göstermek benim işim değildi bugüne kadar, gelir diye beklemek değildi hevesim. Gitti, giderken hayallerimizi bıraktı bana. Şu büyütmeye zaman bulamadığımız, ufacık kalmış hayallerimizi. Döndüm, deliye döndüm sayesinde. Hiçbir geleni beğenmeyen, annesinden sadece o kırmızı arabayı isteyen çocuklara döndüm. Hayattan zevk, yaptıklarımdan tat alamaz oldum. Ona seni seviyorum demeyi, başını omzuma koymasını, o halde herkese yukarıdan bakmayı özledim. Tek telaşımdı hediye seçmek, daha ilk günden yıldönümü düşüne

Kimi Zaman

Birinin içinde kopan fırtınaları sadece esintiyle ifade edebilmesi, duyguların dilden üstün olduğunun en büyük göstergesidir. Hissettiklerini kendisinin bile anlamaması bu zamana kadar kişiye anlatılmamasındandır, çünkü anlatmak için yeterli tanım asla yapılamamıştır. Biz çoğu zaman duygularımızın taştığını hissederiz, bir yerlere veya birilerine aktarmak için çeşitli yollara başvururuz. Yazmak gibi, konuşmak gibi, çizmek gibi... Ve nihayet durulduğumuzu hissettiğimizde döner bakarız yaptıklarımıza. Çoğu zaman geçmişine bakar insan, ve onları yaşayanın kendisi olduğuna inanamaz bile. Biz sevmek uğruna çok şeyimizi feda ederiz, sevdiğimiz için onurumuzu çiğner, asla'larımızı sileriz. En kötü sonun ayrı kalmak olduğunu sanarız, ki bana kalırsa en büyük yanılgımızdır bu. En kötü son kavuşmaktır, kavuşulamayan kişiye duyulan özlemin sevgiye kattığı değer; kavuşmayla son bulur. Heyecan biter, sahip olmanın verdiği rahatlama vardır içte. Sonunda inat edecek, peşten koşulacak bir ş

Çocuk

Yüzüne bile bakmaması çıldırtıyordu çocuğu. Henüz küçük de olsa, sevmenin ne olduğunu erken öğrenmişti. Pek de bir şey yaşamadığı hayatına sığdıramadığı, karşılık olarak ufacık bir bakış bile alamadığı bir kızdı ona sevmeyi böylesine acı öğreten. Her sevmeyi karşılıksız, her insanı acımasız sanıyordu. Daha 11 yaşında, çevresinde olup bitenlerin güçbela farkında olan bu çocuk o'nun çevresinde ne olup bittiğini belki de herkesten iyi biliyordu. Yaşı küçük olduğu için dışarıya çıkacak izni, kafası sürekli başka yerlerde olduğu içinse kendisine alınmış bir telefonu yoktu. Çevresindeki arkadaşları zeka kapasitelerinden daha büyük ekrana sahip telefonlarıyla kızları etrafına toplarken, onun tek işi artık bahçeye çıkmakta bile tereddüt yaşayan bir iki arkadaşını yakalayıp top oynamaktı. Kızları etrafına toplamak en büyük isteği olmasa da, o özel olan birinin ara sıra yakınında olması hoşuna giderdi. Yüzyılların ilerlemesiyle, insanların arasındaki mesafenin 2 mahalleden 1 telefon

Not Defteri

Karardı hava, sıkıcılığın kol gezdiği yeryüzünde uyum sağlamak uğraşında bir adam çıktı sokağa. İlk gittiği yer deniz kenarıydı, belki de başkalarının gitmeye can attığı o esintili yer adam için 5 dakikalık uzaklıktaydı. Oturdu banklardan birine, cebinden eski bir not defteri çıkarıp düşünmeye başladı. Ay'a baktı, insanlara baktı... Aklına bir şeyler gelmesi için ortalardan bir sayfa açıp karalamaya başladı. Karaladıkça şekiller belirdi kafasında, ufak bir düşünce için dakikalarca karaladı adam. Sonunda çizdiklerinden bir anlam çıkarabildi, dünyanın karmaşıklığını yazacaktı. Herkese hitap etmeye başladı defterinde, ilerde okunacağından değil belki, ama birileriyle konuşmanın en sağlıklı yolu buydu. Şu cümleyle başladı belki de saatlerini alacak yazıya; "Geldik ve gidiyoruz, umduğumuz gibi bırakmadan dünyayı, ummadığımız şekillerde kirleterek." Tıkandı adam, saatlerce yazmak istediği karışık düşüncelerinin nasıl bu kadar kısa durabildiğine en ufak bir anlam ver

Ufak2

Bazen bazı binalar sizin o çok sevdiğiniz Ay'ı kapatabilir. Ve yine bazen; o binaları yıkmak veya birinin çatısına çıkmak sizin elinizdedir. STK

İnsan

Her insan umutlarla, hedeflerle doğar; hedeflerinin bir kısmını başararak, büyük bir çoğunluğunda ise başarısızlığa uğrayarak ölürler. Hayatlarında birçok işin içinde bulunurlar, çok kişiyle tanışır ve çok fazla deneyim sahibi olurlar; ama çoğunlukla en önemli deneyimleri ve en önemli kişileri beklerken geçer hayatları. Yaşamayı eğlenmek sanar kimi, kimiyse büyük bir acı olarak görür. Kimi kendine zarar vererek geçirmek ister acıyı, kimi etrafındakileri inciterek. Kimi eğlenirken zarar verir kendine, kimiyse eğlendirirken kimlere zarar verdiğinin farkına bile varmaz. Bencildir insan denen varlık, kendisi için en iyisini ister. Yapılabileceklerden en iyisini, herkese yararı olan en iyi davranışı umursamaz; kendine en çok faydası dokunanı ister. Önündeki engeli aşmak değil, engeli parçalamak ister. Eksikliklerini kabul etmek değil, bu eksiklikleri yüzünden isyan etmek veya saygı görmek ister. Her eksiği lanet olarak niteler insan. Başkasındaki ondan fazlaysa, lanetin en büyüğüne sahip

Ay Gibi

Kimileri içindeki karanlığı göremez, kimileri kendisinin gölgeden ibaret olduğunu bilemez... Işıklarla dolu dünyanın ışıksız bir yerlerinden yazıyorum bunu. İçimdeki bitmek tükenmek bilmeyen umut ışığının yanısıra, etrafımda hiç aydınlığa rastlayamadığım bir yer. İnsanlar hep yolun sonunu, tünelin sonunu bulmak için bir işarete ihtiyaç duyar. Birini sever, ondan bir ışık bekler. Birinden nefret eder, kavga için ondan bir sinyal bekler. Ve bulamadıklarında, karanlığa düşerler. Aslına bakarsak her karşılık vermeyen ışıksız sayılmaz, onlar bize biraz da karanlığı yansıtırlar. Karanlığı yansıtmak da neymiş, saçma konuşma demeyin; karanlık da kolaylıkla yansıtılabilir. Nasıl ki ay, güneşten gelen ışığı bize yansıtabiliyorsa, bazı insanlar içlerindeki karanlığı dışlarına kolaylıkla yansıtabilir. Karanlığı gören korkuya kapılır, ne yapması gerektiğini bilemez, karanlığı yansıtanınsa umrunda olmaz; o etrafındaki ışıkları yakalayabilme umuduyla koşmaya devam eder. Sizi sevmeyen de karanlı

Geçiştirme kahvaltı

Boş bulduğum ilk masaya oturdum, etrafıma bakındım. Oradaydı işte, bir kez bile gözlerinin içine bakamamama rağmen şu dünyadaki en güzel gözlü kadın. Bardağından anladığım kadarıyla çok olmamıştı buraya geldiğinden, çayını söylediğinden beri. Her sabah olduğu gibi simidini almış, çayının sıcaklığı ve kitabının yakınlığı ile geçiştirme kahvaltısını yapıyordu. Fazla dikkat çekmeden garsona kahve istediğimi fısıldadım. Sonra o acı ama gerçek şaka cümlesini duydum içimden: "Seni gözünün önündeyken farketmedi, etrafı süzerken mi farkedecek?" Gülümsedim. Buruk olanlardandı sanırım. Gelir gelmez kahvemden bir yudum aldım, fazla sıcaktı kahve, içimdeki soğuklukları alıp götürmeye yetmese de havanın soğukluğunu giderebilmişti bir nebze. Kafamı tekrar çevirdiğimde hesabı istemek için kalkan elini gördüm. Ne kadar güzel elleri vardı, hani şu hiç tutamadıklarım. Sonunda günün en kötü kısmına gelmiştik, kahvaltısını tamamladığı; benimse farkedilmemek için biraz daha uzun oturmak zorun

Güneş

Doğdu güneş gökyüzünün bir köşesinden, aydınlandı yer yüzündeki rutubetli ev. Kadın kalktı yatağından, baktı saate; saat 8'i geçeli 1-2 dakika olmuştu, buğulu saat camından tam göremese de vaktin geldiğini anlamıştı. Kapının hemen arkasında bavulu hazırdı, kaptığı gibi paltosuna yöneldi. Ayağının değdiği ahşap gıcırdayınca kadın hareketini hemen kesti. Kimse farketmemişti anlaşılan o derin sessizlikteki tahtayı. Herkes derin uykusuna devam ederken, kadın kapıyı araladı usuldan. Ayakkabılarını giydiği an özgürdü. Evden 1 adım bile uzaklaşmamış olmasına karşın özgürlüğün kokusunu doldurdu ciğerlerine. Tam 12 yıl olmuştu o eve ilk adımını atalı. Gencecikti, hayattan beklentisi bol; karşılaştığı az olan bir insandı. Yıllar beraberinde götürdü beklentileri. Her geçen yıl listedeki maddeler azaldı bir bir, maddelerle bir bir azaldı kadın... Evlendiği adam pek de beklediği gibi çıkmamıştı aslında. Her genç kız gibi kültürlü, konuşmasını bilen, mutlu edebilecek (ve tabi paralı) birini is

Saçlar, mavi gözler

Rüzgar yılların ağarttığı saçlarını arkasına gönderiyordu adamın. Arkasında bıraktığı onca derdinin yanına, saçları da ekleniyordu. Henüz otuzlu yaşlarında, çoktan yorulmuş bir insandı. Tek düşündüğü kendisi, tek derdi geçmişiydi. İnsanlarla pek de iyi anlaşamazdı aslında, çok tartışırdı ve çoğu tartışmayı kazanmasına rağmen kaybederdi. Belki haklı çıkardı, ama o tartıştığı kişiyi kaybederdi. Mutsuzdu bu yüzden, ne bilirse bilsin susmayı bilmezdi. Rüzgarın dindiğini hissettiğinde, nihayet saçlarının durulduğunu hissetti. Dağılmışlardı, kafasındaki onca derdinin yanına; saçları da eklenmişti. Pek insan sevmezdi adam, kaybettiklerine üzülmesi şöyle dursun, aslında kendi ırkından pek de hoşnut değildi. Bulunduğu sokaktan sağa döndü, karşısına çıkan ilk bara girdi. Taburesine oturup barmene işaret yaptı: "Aynısından." İçkiyi aldı, saçlarını düzeltti, aklına mavi gözleri getirdi. Hayır, kendisinin değildi mavi gözler; bir başkasınındı. Saçlarının da eklendiği büyük dert al