Skip to main content

Posts

Showing posts from 2015

Bu Kadar

Ben Sen O - Siz Onlar. Bu kadar. Eksik olan şahıs ekimin eylemimi anlamsız kıldığı bilinciyle yazıyorum. Her şeyi yapmışım da, yapılmış olması bir anlama gelmezmiş gibi. İşin ucunda ikimiz olmadıkça yapılanlar birer zaman öldürme aracı sanki. Hem, her şaheserin sahibi onu yapan değildir aslında. Asıl sahip, sanatçıyı olduğu hale getiren kişidir. Bizler sanat, güzellik ve görecelilik üçlüsünden görece kısmının sahipleriyiz. Sanat tüm dünyaya, güzellik yalnız sana mâl olurken biz sadece görmekle yetinebiliyoruz. Gördüğümüzü yorumlamak gibi gafletlere düşmek aklımızın bir köşesinde bulunsun da, gördüğümüze hayranlık duyma hatasını canımız pahasına yapıyoruz. Göreceli olan her şeyi tartışmayı bıraktığımız gibi bir de gözlerin kalbin aynası olduğunu düşünüyoruz. Oysa gözler bize kalbimizin bir yansımasını vermiş olsa belki de kalbi söküp verme konusunda böylesine ısrar sahibi olamazdık. Diyorlar ki hepimizin hayatında insanlar ikiye ayrılıyormuş. ('Ben' ve 'onlar

Zaman Var Mı?

İnsanlardan nefret edip yine insanlara adıyoruz hayatlarımızı. Ne kadar da gülünç  durumdayız, nasıl gülemiyoruz o zaman? Tebessümün karşılığını unutacak kadar üzülmeli miyiz peki? Zamanımız var mı surat asmaya? Günler bu denli hızlı geçerken geçmişte yaşamak ne kadar doğru? Yaşamayacak kadar ölmekse ne acı... Şu sıralar kan vermek gibi hayat. Zamanımızı hep başkalarına harcıyoruz, peki nasıl oluyor da damarlarımızda dolaşanı bitirecek kadar kör olabiliyoruz? Çıkar üzerine kurulu ilişkilerimiz tutar bizleri ayakta. Bir karşılık beklemeden yapılan iyilikler şöyle dursun, peki ya karşılık beklemeksizin kendimize yaptığımız kötülükler ne olacak? Ellerimizin arasından kayıp giden kum tanelerini tutmak icin sıkıca kapamalı mıyız ellerimizi? Belki hepimiz düşünen kum saatleriyizdir. Biz incelirken ortamızdan, hayatımızın şu anından; gelecek kumları nasıl da hızlı akıyor geçmiş adını verdiğimiz fanusa. Hepimiz mutlu olmalıydık ilkbaharda, yaprakların döküldüğü sonumuza nasıl gelebil

Gidensizlik

İsteksizlik yokuşlarında Gidensizlik dolu günler Ve Ağrısız başlar eşliğinde Oturduk, dertleşiyoruz Alevimden söndüğünde Ardımda bıraktığım küllerimle. Ağlıyoruz. Eskisinden daha güçlü tüm parçalarım Bütünümden kalanlarla, Görüştük, söyleşiyoruz. Gülüşüyoruz. Ertelemeden geçen işlerimde İçimin paramparçalığı ve Aklımda kalan son sözleriyle, Hatırlaşıyoruz. Hayatımın tam ortasına yediğim tekmelerle Takvimimde işaretli her bir günle Son yaprağı koparırcasına Vedalaşıyoruz. Kurda kuşa yem ettiğim hislerimle Kıtlıktan çıkmışçasına önüme koyulan yemeğim ve, Savaştan çıkmışçasına harabe kalemimle Laflıyoruz. Sen bilmezsin, anlamaz o güzel derinliğin. Elimde bir yarım teselliyle Dilimde hissizleşen dokular, dökülmeye hazır kelimelerle Bekliyoruz. Gel, git, ya da öldür bir an önce. Biz, Biz bir arada yaparken her şeyi Sen katılmadan önceki son yemeğimizi yiyoruz. Katılaşıyor ve netleşiyor her bir dokumuz Yaşlar akıyor elmacıklarımızdan Beklemeye razıyk

Sen, Ben, Biz...

Gözbebeklerimde nasıl göründüğüne de mi bakmadın be kadın? Bugüne kadar görmüş olduğun binlerce aynadan daha yalın, daha yakın... Senin için en iyisi bendim, anlayamadın. Benim seni gözlerimin içine koyduğum, duygularımın derinine gömdüğüm gibi; sen, aklının ucuna bile iliştiremedin beni. Kendimle konuşmanın bana seni hatırlattığı günlerde, Seninle konuşmamın unutulmaya yüz tuttuğu zihnimde Dudaklarının arasından süzülen adımın, Kulaklarımla buluşamadığı bir yerde Fısıltının, bağırışların sesini bastırdığı bu cehennemde... Sana sarf ettiğin binlerce cümleden daha yakın, Sana duyulan tüm sevgilerden daha yalın, Ve sana, beni sevmenden daha kaçık. Sana beni öpmenden kasıt Senin içinde öldürdüklerin kayıp ve bugün, sana öldüklerimi sayıklayarak her şey adına olan aşkım kadar ayıp. Sen, benim gözlerime kör Sen, benim duygularıma sağır Sen, benim varlığıma aykırı Çok günler geçiyor gidişinin üzerinden Sen, Benim aklımda koskoca bir mayın Ben, Oku çıka

Çakmak, Mezar ve Rüzgar

Ve bir sigara daha yakmak için alırsın eline çakmağını, sana izin vermeyen rüzgara söversin önce, sonra çakmağına; ta ki yakana kadar sigarayı. Çektiğin her bir dumanın anlamsızlığı ve kayboluşları rüzgarda, sana yaşadığın günlerin anlamsızlığını ve kayboluşunu hayatta, bir kez daha hatırlatır. Bu sefer öldüm derken yaşama mezardan başlamak çalar kapını. Kalktığın topraktan yatacağın toprağa kadar art arda yakarsın sigaralarını, ta ki anlamsızlığında rüzgarın ve ahenginde hayatın, mezardan çıkardığın çakmağının yanmayışına sövene kadar. Ta ki son dumanını çektiğin sigaranın, seni mezarına götürdüğünü anlayana kadar. Ahenginde mezarin ve anlamsızlığında çakmağın, sen yarı ölüsündür çakmak alev alana kadar. Aslında sen yarım yaşamışsındır o mezara girene kadar. STK

Nice Yaslara

Siz hiç kutlayamayacağınız bir doğum gününü, kutlamanız gerekenlerden daha kesin hatırladınız mı? Bugün 17 yaşına basacaktı hayatta olsa, ve ne olursa olsun aramızda; ben upuzun bir mesajla kutlayacaktım hep yaptığım gibi. Çok erkendi, henüz 14 yaşında bile değildi doğum gününe bakılırsa. Mezar taşının üzerine 14 yazılsa da... Herkese bir yıkım olmuştu, onun bu kadar genç ayrılışı aramızdan. O bizim hayatımıza adını öyle bir kazımıştı ki gitmeden, üzerine yağan nice yağmurlar, ardından kopan nice fırtınalar kazınanın acısını hafifletememişti. Seray Sanay ismi, hepimizin aklında 14 senelik bir başlangıç olarak kalmıştı. Ama ne farkederdi ki? Onun da dediği gibi, "İyi bir başlangıç başarmanın yarısıydı." Onun başlangıcı, başlı başına bir başarıydı. Espriler yapardı, insanlarla iyi anlaşır ve yardıma ihtiyacı olanın derdini paylaşırdı. Her şeyden önemlisi bize hayatın engellere rağmen devam ettiğini anlatırdı. Bugün onun kutlayamadığımız 3. yaş günü, bugün onsuz deva

Yerdeki Bıçak

Kimimiz yazarak, kimimiz çizerek, kimimiz de çekerek fotoğrafını bir şeylerin:     Rahatlarız... İş silmeye, unutmaya, atlatmaya geldiğinde:     Yapamayız...                         Hepimiz yetenekliyiz bir şeylere, hepimizin yeteneğini ortaya çıkaran birileri, hissettirdikleri...                                 O birileri gitmeye kalkıştığında, ve kalmaya karar verdiğinde hisleri, Rüyalarımızı ve acılarımızı kapladığında gidişleri, Sayısız gözyaşı ve hayale sebep olduğunda gözleri:     Unutamayız... Anlayın artık kavuşmanın klişeliğini,                                Çünkü gözyaşları düşmezse tuvalimize biz ressam,                                Gidişlerin arkasından vurmazsa flaş biz fotoğrafçı,                                 Ve rüyalarımız bulunmazsa her bir hecesinde şiirlerimizin bizler şair:     Olamayız...                              

Olur mu?

Her bir hücreme hapsettim seni,       Beynimin her bir kıvrımı ve kalbimin her bir damarında sen; Kalıcısın bedenimde. Git desem de gitme, çünkü ben ben olalı sevmekten vazgeçemedim seni. Çünkü sen benim olalı, asla gelmedin geri. Hapsettiğim hücrelerimde yaşam verdin bedenime, Gel desem de gelme, çünkü ben sevdim seveli seni, Alıştım gitmelerine, uğramadan kalbime; damarlarımda süzülmene. Üzülme.   Geriye kalbimin son çarpmaları, zihnimin bana sayısız oyunları; ileride beni bekleyen kalpsiz bir beden, bari bende dolaşan son zehrini de götürme benden. Öp desem de öpme sakın beni, çünkü kaldıramam vücudumda bırakacağın bir başka izi. Yine başka bir gizi, aynı gidiş ve terkedişleri. Silemem yenisini, dilerim seversin bensizliği, beni asla sevmediğin gibi. Sil bizi, asla bir araya getiremediğin sen ve ben gibi. Aklında kalmayan onca anı ve hatıra, benim olmadığım günleri benimle olduklarından daha güzel hatırla. Isıt ellerini bana beslediğin nefret ateşiyle, dağıt bizden

Bırak

Ben yıllar sürse de beklerim seni. Bırak kesilmesin mevsimlerin ardı arkası, Sonbahar gelince, bir ağaç misali dökerim yapraklarımı Bir bakışın yeter doldurmaya boş kalan tüm dallarımı. Karşı kaldırımda yürüsen mesela, Farketsen ve kaldırsan elini... Kalbim gibi dursa zaman da, O an tüm dünyaya haykırsam sevdiğimi.   Varlığın doldursa tüm boşluklarımı, Sevginin kalbimi doldurduğu gibi. Ah! Bir bulabilsem şu gülüşünden öpmeyi. Gözyaşlarını sonsuza kadar silmeyi... İşin aslı biraz da hayranım sana, Seni gördüğüm ilk günden beri. Tüm dünyaya haykırdım belki sevdiğimi, Sana fısıldayacak cesareti bile bulamadım halbuki... Ben kara kış gelse de beklerim seni. Bırak, kesilmesin ağacımın gövdesi. Dallarım göğe değene, Yapraklarım sana güzel görünene dek; Bırak, ben bir ömür de beklerim seni. STK

Çok Erken

Kırılma, üzülme boşuna Yanında değil diye sakın alınma. Sessizliğin hakim olduğu gecede gökyüzüne bakıp da, Sensiz yapamam diye ağlama. Dur daha, bekleyeceğin onlarca gün, Ve belleyeceğin onlarca hareketi... Sen ezberlediğini sanırken yüzünü Sana ezberini bozduracak güzellikteki gözleri... Önce kokusunu çek yağmur sonrası toprağın , Sonra dinle kıyıya vuran dalgaları . Rüzgarı, yaprakların hışırtısını... Her şey böylesine uyum içindeyken; Sana kalem tutturan, Sana yazı sildiren, Sana seviyorum dedirten biri varken; Bekle onu, vakit daha çok erken. STK

-miş gibi

İnsan ister, insan uğraşır, insan yorulur... Ve insan büyür en sonunda. Ne zaman geçmişine baksa, en başta yaptığı hatalar çarpar gözüne. "Ne kadar da salakmışım" der  insan , sanki salaklığı azalmış gibi. İnsan ister, insan uğraşır, insan ulaşamaz... Ve insan ağlar en sonunda. Ne zaman ulaşamadığına şöyle bir baksa, en başta güzelliği çarpar gözüne. "Ne kadar da mükemmel" der insan , sanki karşısındakinin eksiği yokmuş gibi. İnsan ister, insan bekler, gelmez... Beklediğine değmiş midir peki, boşa giden yıllarının karşılığını alabilmiş midir? Hayır. "Olsun be!" der insan . Sanki geçen zaman ondan bir şeyleri eksiltmemiş gibi. Yeri gelir ölür insan ; arkasında beklediklerini, ulaşamadıklarını, uğruna yorulduklarını bırakarak. Göçtüğüne üzülür dünyadan, kaldığı süre boyunca mutlu olabilmiş gibi. STK

Daha Genç

Sabahın ilk ışıkları girmişti eve. Saat 5 sularıydı, adam başını yastığından kaldırdı. Önce saatine baktı, yıllardır olduğu gibi her gece özenle kurduğu saati yine çalmamıştı. Saat bozuk olduğundan da değil, adamın heyecanı onu saatten erken uyandırmıştı. Doğruldu ve oturdu yatağında. Başucundaki kitabına baktı, açık ve yüzüstü bir şekilde bırakmıştı yine. Onu uykuya götüren son sayfada kalmıştı, 52. sayfada. Evin tozlu döşemelerine çıplak ayak basma korkusuyla terliklerini geçirdi ayaklarına, kalktı ve yürümeye başladı odasında. Yatağının karşısındaki aynaya bakmak için biraz eğildi, saçlarını düzeltti adam. 3 çekmeceden en üsttekini açıp tarağını eline aldı. Saçlarını düzeltişi yeterli gelmemişti gözüne. Saçlarını taramaya başlamıştı ki, saati de çalmaya başladı adamın. -ne kadar da gürültülü bir ses çıkarıyordu saati- Hızlı adımlarla komodine yaklaşıp kapattı alarmını. Aynaya bir kez daha eğildi, saçlarının düzeni yeterli gelmişti bu kez. Kapısına yöneldi, ilk girdiği yer mutfak

Yetmezmiş Gibi

Her seven gitmek zorunda mıdır? Peki ya her kalan sevmek, en çok sevmek? Bir masal gibi başlayan her birlikteliğin sonunda katil en yakındaki olmak zorunda mıdır? Başlayan her güne doğan güneş içini ısıtmadığında, o güne ısrarla başlamak pervasızlık mıdır? Paylaşmak hem en kötü, hem de en iyi his mi olmalıdır eşit düşmeyen sevgilerin dünyasında? Biriyle paylaştıklarının verdiği güzel hissi, onu biriyle paylaşmak zorundalığı mı almalıdır elinden?                                                     Senden kalan birkaç parça umut, unufak edilene kadar ezilmeli midir yani? Nice of'lar çektirir kader insana şu hayatta. Nice umutları yitirtir. Baş kaşımaktan elleri, yol gözlemekten gözleri yorulur insanın. Ve gidenin bir daha gelmeyeceğini anladığı gün, güneşini de kaybeder insan.                                                 Kaybettiği günü ona yetmiyormuş gibi. STK